Boğaziçi semtleri ve hikâyeleri – Bölüm 1
Boğaziçi’nin eşsiz güzellikteki semtleri
Boğaziçi bölgesi Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedildiği zaman bu bölgenin boğaz kıyısında küçük kiliseler ve birkaç balıkçı köyü bulunuyordu. Fetih sonrasında, Osmanlı döneminde mahalleler oluşmaya ve nüfus artmaya başladı. Boğazın ve doğanın bir arada olduğu bu harika bölgede bir çok semt yer alıyor.
Toplam 3 bölümden oluşacak “İstanbul’un Boğaziçi semtleri ve hikâyeleri” yazımızda, Boğaziçi’nin muhteşem güzellikteki bu semtlerine ve her birinin ayrı hikâyesine ufak bir yolculuk yapacağız. Hazırsanız alfabetik sıraya göre başlayabiliriz…
Anadolu Feneri
Boğaz’da Anadolu yakasının kuzeyindeki en uç noktasında bulunan Anadolu Feneri, 18. Yüzyılda bir kıyı köyü olarak kurulmuştur. İsmini de burada bulunan deniz fenerinden almıştır. 1755 yılında bölgede ahşap bir deniz fenerinin bulunduğundan bahseden kayıtlar olsa da, fenerin günümüzdeki halinin 1834’te yapıldığı kabul edilmektedir. Rumeli feneri ile karşılıklı olan semtte, 2. Mahmut zamanından kalma tarihi bir çeşme (1824) yer almaktadır. Çeşmenin suyu, ortalama 5 km uzaklıktaki bulunan Mecitdere Suyu’ndan gelmektedir.
Bölgede ayrıca, Bizans döneminde yapılan ve sonra Cenevizlilerin eline geçen Yoros Kalesi yer almaktadır. Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı’ya geçen kalenin 2. Mahmut zamanında tamir edildiği söylenmektedir ve günümüzde gezilebilmektedir. Semtte ayrıca 1880 yılında 2. Abdülhamit tarafından yaptırılan “Hamid-i Evvel Camii” bulunmaktadır.
Anadolu Hisarı
Boğazın en dar noktasında (660 metre) yer alan Anadolu Hisarı, İstanbul’un fethinden önce 1395’te Yıldırım Bayezid tarafından yapılması nedeniyle bu ada sahiptir. İstanbul’un fethi ve boğaz geçişi konusunda kritik öneme sahip olan Anadolu Hisarı’na, 2. Mehmet döneminde dış surlar eklenmiştir. (1451-1452 yılları arasında Rumeli Hisarı’nın inşası sırasında)
Anadolu Hisarı’nın arka tarafı Göksu semtidir. İlk kurulduğu dönemde halkın balıkçılık ve bahçıvanlık ile uğraştığı semt, İstanbul’un fethi sonrasında askeri önemini yitirmiş ve zaman içerisinde çevresi yerleşim bölgesi olmaya başlamıştır.
Anadolu Kavağı
Bizans zamanındaki adı “Hieron” olan semt, Rumeli Kavağı’ndaki kaleden uzanan zincir ile gemilere Boğaz’dan geçiş hakkı verilmezmiş. Zamanında Cenevizlilerin onardığı Yoros kalesinin çevresi 17. yüzyıldan itibaren kalabalık bir yerleşim yeri olmuştur. 1838 yılında Karantina amacıyla buraya bir koruma evi (Tahaffuzhane) yapılmıştır.
Arnavutköy
Bizans zamanında adı “Anaplus” olan semtte, birçok ayazma ve kilise bulunduğundan “Melekler Köyü” olarak adıyla da anılmıştır. Arnavutköy adını ise Osmanlı döneminde birçok Arnavut buraya yerleştirildiği için almıştır. Bir diğer hikâyede ise, Osmanlı zamanında bu bölgede Arnavut bir köylünün yaşadığı ve buranın isim babasının o olduğu düşünülmektedir. O zamanlar Avrupa’ya gidiş yolu üzerinde yer alan bu bölgeden geçenler buraya “Arnavut’un Köyü” adını takmışlar ve zaman içerisinde adı Arnavutköy’e dönmüştür. Sonraki zamanlarda semte Rumlar ve Yahudilerde yerleşmiştir. Semt zamanında bağ ve bahçe tarzında bir yapıda sahipti. Bölge aynı zamanda çilekleri (bugün neredeyse yok denecek kadar az olan) ile de ünlüydü.
Balta Limanı
Fatih Sultan Mehmet’in donanmasının Kaptan-ı Deryası olan Baltaoğlu Süleyman’ın 120 parça olan donanmasının gemilerini burada inşa ettirmesi nedeniyle bu semt kaptanın adı ile anılmıştır. (İstanbul’un fethine büyük katkısı olan bu gemiler daha sonra Beşiktaş tarafına sevk edilmiş ve ardından karadan Haliç’e indirilmiştir.) Bölgedeki yerleşimin başlangıcı ise 18. Yüzyıla dayanmaktadır. 1834 ve 1841 yıllarında burada Avrupa devletleriyle ticaret anlaşmaları yapılmıştır. Mustafa Reşit Paşa ve Damat Ferit Paşa’nın yalıları ise burada yer almaktadır.
Bebek
Tarihinin Hristiyanlık dönemi öncesine kadar gittiği tahmin edilen bölgenin adının eski kaynaklarda “Hallai” olduğu ileri sürülüyor. “Bebek” adını ise Fatih Sultan Mehmet döneminde burayı koruyan “Bölükbaşı Bebek Çelebi” den almıştır. Bebek Çelebi’nin semtte bir köşk ve bahçe inşa ettiği ve ölümünün sonrasında da onun adıyla anıldığı söylenmektedir.
Zamanında bu semtte yaşamış olan Abdülhak Molla’nın yalısında bulunan özel eczanesinde “Ne ararsan bulunur, derde devadan gayri” yazısının bulunduğu söylenmektedir. Bu yalı daha sonra Ahmet Cevdet Paşa, Mabeyinci Faik ve Ayşe Sultan tarafından kullanılmıştır.
Beşiktaş
Bizans zamanında Beşiktaş semtinin adı “Diplokiyonion” (çifte sütun) idi. Adını bu bölgede bulunan haçlı iki büyük kuleden almaktaydı. Semt Osmanlılar tarafından alındığında küçük bir köy idi. Semtin bugünkü ismini Barbaros Hayrettin Paşa’nın burada taştan yaptırdığı gemi kızağından ve beşik şeklinde oyulmuş taştan aldığı söylenmektedir. İlerleyen dönemlerde semtin kıyı bölümlerinde saraylar yaptırıldı ve ağaçlıklar arasında “Çırağan” adı verilen eğlenceler düzenlendi. III. Ahmet’in burada katıldığı eğlenceler renkli fener ışıkları ile aydınlatılırdı ve dönemin Lale bahçelerinde kaplumbağalar dolaşırdı. Çırağan Sarayı’nın 1867 yılında yapılmasıyla beraber bölgede imar başladı. 1930 yılında ise Beşiktaş ilçe oldu.
Beykoz
İstanbul’un fethinin öncesinde Bizans zamanında adı “Ameae” idi. Fetih öncesinde burada oturan bir Bizans beyinden dolayı o dönem Türkler “Beykos” (Bey Köyü) adını vermişlerdi. Beykoz Çayırı olarak adlandırılan mesire yeri zamanında Fatih Sultan Mehmet’in avlandığı, 3. Selim’in ok atışları yaptığı, 4. Murat’ında cirit oynadığı bir yer idi. 16. Yüzyıl ve sonrasında Beykoz, dalyanları ve paçası ile tanınmaya başladı. 1833 yılında Ruslarla yapılan “Hünkâr İskelesi Anlaşması” Beykoz’da bulunan Hünkâr İskelesi’nde gerçekleşti. 1854 yılında ise Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Sultan Abdülmecit için Beykoz Kasrı’nı yaptırdı. Bir dönem yazar Ahmet Mithat Efendi’de burada yaşamış ve Beykoz için: “Dünya’nın en güzel yeri İstanbul, İstanbul’un en güzel yeri Boğaziçi, Boğaziçi’nin en güzel yeri Beykoz, Beykoz’un en güzel yeri yalımın bulunduğu yerdir” derdi. Beykoz 1928 yılında ilçe oldu.
Beylerbeyi
Eski adı “Foizusai” olan semt 3. Murat döneminde Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın Sarayı burada bulunduğu için bu adı almıştır. 4. Murat’ın da çok sevdiği İstavroz Bahçesi burada yer almaktadır. (Beylerbeyi sahilinden tepeye doğru uzanan padişahlara ait has bahçe) 18. Yüzyılın sonlarına doğru bu bahçenin önemli bir bölümü halka satılmış olup, sahilde kalan bölüme Beylerbeyi camisi (1778), hamamı (1778) ve Beylerbeyi Sarayı (1865) yapılmıştır ve bölge gelişmeye devam etmiştir.
Boyacıköy
3. Selim tarafından 1807 yılında bu bölgeye Kırklareli’nden gelen şayak (Kaba dokunmuş bir tür yün kumaş adı) boyacısı 40 haneli göçmenlerin sonrasında bu bölge “Boyacıköy” ismini almıştır. Semt burada boyanan kumaşları ile meşhur olmuştur. Yerleşim 19.yüzyılda başlamıştır.
Büyükdere
Bizans dönemindeki adı “Batikolpos” idi. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, Haçlılar burada kamp kurmuşlardır. 3. Selim’in de çok sevdiği bu yere burada bulunan dere nedeniyle “Büyükdere” denilmiştir. 1807 yılında 3. Selim’e karşı ayaklanan Kabakçı Mustafa’nın yamakları da burada toplanıp hareket etmişlerdir.
Bölgede eskiden Türk, Rum ve Ermeni azınlıklar yaşamaktaydı. Rumların Yunanistan’a göçünden sonra bölge Anadolu’dan göç almaya başlamıştır. Ayrıca Rus ve İspanya elçiliklerinin yazlıkları da Büyükdere semtinde yer almaktadır.
Çengelköy
Üsküdar ilçesi sınırları içerisinde yer alan Çengelköy adını, burada gemilere “Çengel Çapa” yapıldığı için almıştır. Eski adı “Protos Diskos” (Birinci Koy) olan semtte 5. yüzyılda bugün Ayios Yeoryios Kilisesi’nin bulunduğu noktada terkedilmiş bir krallık sarayının bulunduğu söyleniyor.
Bir diğer hikâyeye göre de, Fatih Sultan Mehmet’in denizden çıkardığı bir çengelden dolayı buraya Çengelköy aldığını verdiği, bir benzer hikâyede ise fetih hazırlıkları sırasında 2. Mehmet’in sahile gelip Bizans’tan kalma çengel gemi çıpalarını görmesi sonrasında bu adı verdiği söyleniyor.
Evliya Çelebi’nin 17. yüzyıldaki yazılarına göre de harap halde olan köy onarıldıktan sonra “Çengelköy” adını almıştır.
İsminin tarihi üzerine birçok hikâyeye sahip olan Çengelköy günümüzde ayvası ve salatalığı ile meşhurdur.
Çubuklu
Beykoz ilçesinde bağlı bir semt olan Çubuklu’nun ismi ile ilgili farklı rivayetler olsa da, ismin burada yapılan Çubuk Lülelerinden geldiği söylenmektedir. Bir diğer rivayete göre de 2. Bayezıd’ın oğlu Yavuz Sultan Selim’e söylediği “Kızılcık Çubuğu” menkıbesi nedeniyle buraya Çubuklu adı verilmiştir.
Osmanlı zamanında genel olarak av bölgesi olarak kullanılan semt, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından büyük bir havuz ve çeşme ile canlandırılmıştır. Buradaki bahçelerde yetişen laleler Hollanda’ya gönderilirdi. Semtin tepe bölümünde ayrıca Mısır’ın son hıdivi olan Abbas Hilmi Paşa’nın köşküde (Hidiv Kasrı) yer almaktadır.
“İstanbul’un Boğaziçi semtleri ve hikâyeleri” nin 2. Bölümünde görüşmek üzere…